Söz Ver Bana / Serpil Ünal
Söz Ver Bana, yazar Serpil Ünal’ın ilk romanı. İz Bırakan Kalemler Yayınevi’nden çıkmış bu kitabıyla yazar, onlarca yıldır içinde tuttuğu öyküyü gün yüzüne kavuşturduğunu söylüyor. Eserini kaleme alırken kendisine konan kanser tanısı ve sonrasında şifaya kavuşma süreciyle ilgili olarak, erken tanının önemini anlatan kurgu harici bölümleri kitabına eklediği için, kendisine çok teşekkür ediyorum. Özellikle meme kanseri hakkında farkındalık yaratmak adına, hedef kitlesinde 35-40 yaş üstü kadın okuyucular olduğunu düşündüğüm bu güzel roman, gerçekten müthiş bir eşleşme olmuş.
Söz Ver Bana / arka kapak
İlk defa bir kitap inceleme yazısına kitabın arka kapağından başlayacağım. Söz Ver Bana hakkında ne yazabileceğimi düşünürken çok arada kaldım. “Nereden itibaren spoiler olur? Kitapta akıp gidenleri bu yazıya nereye kadar taşıyabilirim?” Emin olamadım.
Bugüne kadar verdiğiniz sözlerin yaşamınızı nasıl etkilediğini hiç düşündünüz mü?
Küçük veya büyük verdiğiniz tüm sözler gerçekte kimin menfaatine?
Verdiğiniz sözü tutmama düşüncesi sizde ne hissettiriyor?
Verdiğiniz sözlerin ne kadar arkasındasınız?
Vicdanınız söz vermenizde ne kadar etkili?
Verdiğiniz sözlerde sınır tanımazlardan mısınız?
Bu kitaptaki kahramanın sözünü siz olsanız verir miydiniz?Söz Ver Bana (Arka Kapak)
Şebnem sınırları zorlayan bir söz isteğiyle karşı karşıya kaldığında ne yapacaktı?
İstanbul’a döndüğünde, onu bekleyen büyük sürpriz karşısında hayatına nasıl bir yön verecekti?
Gördüğünüz gibi, arka kapak, kitabın konusuna dair neredeyse hiçbir şey vadetmiyor. Benim de bu kadarcık bilgiyi aşmadan kitabı incelemem imkansız. Ama esas önemli olan, arka kapağın daha ilgi uyandırıcı biçimde yazılabilecek olması (gelecek baskılara diyelim). Aslında Söz Ver Bana’nın çok farklı, dikkat çekici bir konusu var. Oysa, “Şebnem İstanbul’a dönünce neyle karşılaşacak?” sorusu en azından beni kitabı okumaya ikna etmezdi. Tabii sıradan bir okuyucu olsaydım…
Ben yazarı sosyal medyadan tanıyorum ve bazı söyleşilerini dinlemiştim. Şebnem’in karşılaşacağı şeyi de önceden öğrenmiştim. Dolayısıyla Söz Ver Bana’yı merakla aldım, okudum.
Az sonra Şebnem’in neyle karşılaşacağını açık açık yazacağım. O nedenle, yazının bundan sonrası spoiler, diyelim. Öte yandan, kitabın sonunu, hatta olayların gidişatını anlatmayacağım, merak etmeyin.
Konu
Söz Ver Bana; amansız bir hastalığa yakalan Çiğdem’in, yıllarca emek vererek kusursuz hale getirdiği yuvasının, kendisinin ardından dağılmaması için bulduğu çözümü anlatıyor. İkiz kız kardeşi Şebnem’in İtalya’da yaşadığı bohem hayatı küçümseyip hiçe sayan Çiğdem, Şebnem’in İstanbul’a gelip kendisinin yerine geçmesini istiyor. Bu bambaşka değerleri olan, çok farklı tercihler yapmış kadının; her şeyi bırakıp onun çocuğuna annelik hatta kocasına karılık edebileceğine inanıyor.
Çiğdem daha İtalya’dan kardeşi Şebnem’i çağırmadan önce planlarını yapmış. O’nun gün be gün nasıl da saçının telinden tırnağının ucuna kadar kendisine dönüşebileceğini takvime oturtmuş. Hiç kimse Çiğdem’in bedeninin ölümünü sezmeden, beraberce Şebnem’in ruhunu öldürüp gömebileceklerini düşünmüş.
“Yok artık!” dediniz değil mi? Çiğdem Şebnem’e bu teklifi yaptığında tabii ki Şebnem de aynı şeyi söylüyor. Fakat Şebnem hasta ikizini yalnız başına bırakıp İtalya’ya geri dönecek bir kadın değil. O’na destek olmak için elinden geleni yapmaya karar veriyor.
Evet, artık az çok neyle karşılaşacağınızı bildiğinize göre kitabı okuma deneyimime geçebilirim…
Anlatım teknikleri
Söz Ver Bana, bugünün Türkiye’sinde geçiyor. Cümleler insanı yormuyor. Romanın matematiği doğru kurulmuş. Roman soru işaretleri uyandırmıyor ve maddi hata barındırmıyor.
Başta Şebnem-Çiğdem çatışması olmak üzere, Çiğdem’in aile içi çatışmaları ve bence en çok da karakterlerin iç çatışmaları gayet elle tutulur biçimde aktarılmış.
Başlarda birçok defa, “bu kadar çok detaya gerek var mıydı?” diye düşündüm. Fakat sonradan bunca detayın karakterlerle kurduğum bağı arttırdığını anladım. Yani; kitaptaki bir karakterin patronunun yeni ofisini seçerken nasıl bir bina tercih ettiğinden bize ne, diyebilirsiniz. Veya karakterlerden birinin okuldan iki arkadaşı “özel sektörde çalışmak mı yoksa kamu personeli olmak mı iyi” tartışması yaptığında; bunun konuyu ileriye taşımadığını düşünebilirsiniz. Fakat kitapla, karakterlerle geçirdiğiniz süre, onları parmaklarındaki şeytan tırnağına dek tanımak, özdeşleşmeyi arttırıyor. Ben sanırım bu sayede, kitabın dramatik etkisini çok yoğun biçimde yaşadım. Hatta son bölümlerde epeyce ağladım.
Kitap incelemesi yazmadan önce birkaç hafta beklemek zorunda kalmama da kitabı okuduktan sonra üzerimden kamyon geçmiş gibi hissetmem sebep oldu. O duygu durumundan çıkmak ve objektif bakış açımı geri kazanmak istedim.
Şimdi hala düşünüyorum: Çok şükür ben iyiyim ve sevdiklerim de sağlıklı. “Hasta olsaydım ya da yakınlarımın bir derdi olsaydı, Söz Ver Bana beni kim bilir o zaman nasıl çarpardı” diye.
Yine de Söz Ver Bana’nın ajitasyon yapan bir roman değil. Sevinçleri, aşkın güzelliğini ve yaşama övgüyü de barındırıyor. Yazar, sevmenin yaşatmak olduğunu defalarca kanıtlamış. Ayrıca anlatıyı çok da şık yan hikayelerle süslemiş. Mesela Şebnem’in İtalyan arkadaşı Çiçekçi Carla’nın hikayesine bayıldım. O kadar tatlı bir karakter ki, insan kendi etrafında da Carla gibi arkadaşlar istiyor.
Söz Ver Bana, en kötü anlarımızda bile sevginin hep orada olan ve acılarımızı dindirecek sonsuz bir kaynak olduğunu gösteriyor. Biraz ağlamanın insan ruhunu sağaltacağına inananlardansanız, bir an önce Söz Ver Bana’yı edinip okuyun…
Son olarak…
Serpil Ünal Hocam, kurguda karakter yaratmanın ustası! Kurgu yazılar yazmakla ilgileniyorsanız, kendisinden bu alanda dersler alabilirsiniz.
Unutulmaz bir senaryo için unutulmaz bir karakter nasıl yaratılır, buradan okuyabilirsiniz.
Diğer kitap yorumlarımızı buradan görebilirsiniz.