Little Fires Everywhere – inceleme (spoiler yok)
Dün akşam Amazon Prime Video’da izleyecek bir şeyler ararken gözüm Little Fires Everywhere dizisine takıldı. Celeste Ng adlı yazarın romanından uyarlanmış ve Türkçe’ye Ufak Yangınlar adıyla çevrilmiş dizi, aslında 2020’de yayınlanmış.
Reese Witherspoon’un yapımcı ve oyuncular arasında olması yanında “Kusursuz bir aile ve onların hayatını altüst eden bir anne kız.” şeklindeki kısa açıklaması ile bana Big Little Lies dizisine yakın bir şey izleyeceğim imajını verdi. (Big Little Lies için buraya tıklayabilirsiniz)
Yanılmamışım. Big Little Lies’ı çok severek izlemiş, bitmesin istemiştim. Little Fires Everywhere ise biraz daha dramatik bir dizi ama yine de özellikle ilk bölümlerde vibe’ı aynı.
Little Fires Everywhere konusu:
Reese Witherspoon bu dizide tam olarak Big Little Lies’ta oynadığı karakterin aynısını oynamış. Yani mükemmel olmaya çalışan normal bir kadın.
Amerika’nın en düzenli mahallesinin en örnek gösterilen kadını ama aslında herkes gibi onun da sırları var. Hem dışarıya hem kendine karşı mükemmeli oynamaya öyle alışmış ki; gerçekten istemediği halde insanlara yardım ediyor. İçindeki ırkçıdan kendinin bile haberi yok. Zengin kocasına, yarı zamanlı işlerine, 4 çocuğuna, sosyal etkinliklere yetişmenin yanında koskocaman bir malikaneyi yönetiyor. Bunun için de cinsel hayatını bile haftanın belli günleri yaşayacak şekilde titiz, planlı programlı bir kadın.
Dizide bir de bohem kadın var, siyahi, sanatçı, cinselliği tabu olarak görmeyen. Anlık kararlarla arabaya atlayıp farklı eyaletlere taşınabilen. Hemen hemen Reese Witherspoon’un tam zıttı.
İkisinin yer yer uzaklaşıp yakınlaşan, sıklıkla da kesişen yollarında ilerleyişlerini izliyoruz.
Diziyi izleyenler ve kitabını okuyanlar sonunu çok tatmin edici bulmamış; bu iki kadın karakter ve yardımcı kadın karakterler hakkında eleştiriler yapmışlar, ne zaman hangisi haklı diye bulmaya çalışmışlar.
Ana konular: ırkçılık, ebeveyn-çocuk ilişkileri, annelik hakkının doğuranda mı yoksa büyütende mi olduğu.
Alt konular: anne olmanın bir zorunluluk değil seçim olduğu, kadınların sırtlandığı yükler, sadakat, eşcinsellik.
Verilen mesaj:
Halbuki bence dizinin olayı, haklının olmaması.
Her sorunun doğru bir cevabı yoktur. Bazen tüm cevaplar doğru olduğu gibi bazen hepsi yanlıştır.
Üstelik, bir süredir kafamı kurcalayan başka bir konu, eş zamanlı olarak Little Fires Everywhere ile yine karşıma çıktı:
Hiç kimsenin senden bir beklentisi olmasa, kim olurdun?
Dünyaya tam şu an gökten zembille insen, kim olurdun?
Gelecek kaygın olmasa, kim olurdun?
Geçmişin, eğitimin, uğruna emek verdiklerin, ailenin senden beklentileri, ait olma ve kabul görme isteğin için katlanmak zorunda oldukların…
Bunların her biri etrafındaki demir çubuklar aslında. Kafesin içindeki sensin. Ama o kafesten çıkmak, elinde.
Bulunduğun yer seni memnun etmiyorsa, yerini değiştir. Ağaç değilsin.
Jim Rohn
Sen ailen değilsin. Bu senin hayatın. Eğer onların istediği hayatı yaşarsan, ölürken kendine nasıl hesap vereceksin?
Düşün, geçmişte emek verdiklerin için bugünden sonrasını boşa harcamaya değer mi? Bir çok insan, okuduğu okul boşa gitmesin diye istemediği işi yapıyor, işte geçirdiği yıllar boşa gitmesin diye çalışmaya devam ediyor ve geçmiş yılların hatırına çoktan bitmiş mutsuz ilişkilere sığınıyor. Düzeni değiştirmenin, sıkıntı içinde olunan şeylere isyan etmenin ise, en azından geleceği kurtarma ihtimali var.
Bence ne olursa olsun denemeye değer.
Bu diziyi izlemiş ve peşinden bir kadın+polisiye+dram dizisi daha izlemek isteyen varsa, bunu tavsiye ederim.