Tatlı diyorum, boru mu?
Bu maceramız Bir başkentten (Budapeşte) başlayıp diğer bir başkentte (Prag) bitecek.
Şimdi efendim yıl 2016, mevsim yaz, biz Budapeşte’ye ilk kez gelmişiz, sağdan soldan mis gibi kokular geliyor. Bakıyoruz herkes eline almış bir boru, oradan oraya taşıyıp duruyor… Şaka şaka… Tabii ki gitmeden önce, nesi meşhur diye araştırmıştım, borular sürpriz olmadı 😉
Bu bir Macar tatlısı!
Boru görünümlü kek, aslen, Romanya’nın Transilvanya (Erdel) bölgesinde yaşayan Macarların tatlısıymış. Transilvanya bölgesi artık Romanya sınırları içinde yer aldığından Macarlar orada azınlık olarak kalmış olsa da; sonraki yıllarda gidip gördüğümüz kadarıyla, bu tatlı doğduğu topraklarda hala yapılıyor ve özellikle turistik yerlerde satılıyor. Hatta Braşov’a yakın Bran Kalesi’nin yolunda, turistlerin bunu almak için kuyruk olduğunu gördük.
Bizse bu tatlıyı ilk kez Budapeşte’de deneyenlerden olduk. Geleneksel tadı almak için dışı tarçınlı ve şekerli, içi boş şekilde yemeyi tercih ettik. (Ciddi bir tatlı krizinde iseniz içi kremalı – nutellalı ya da dondurmalı çeşitlerini tercih edebilirsiniz. Hamurun özelliği, dışının çıtır çıtır – içinin ise süngerimsi, yumuşacık olması. Akışkan kek hamuru, dönmekte olan sıcak bir silindire azar azar dökülerek pişiriliyor. Taze pişirildiği için bu tatlının satıldığı sokaklar mis gibi kokuyor. Hani bizde bir dondurmacı külah pişirince bütün sokak kokar ya, aynı öyle… Adı da Kürtőskalács şeklinde yazılıp “kürtöşkolaç” şeklinde okunuyor. Canınız çektiyse söyleyeyim, bu tatlının çakması evlerde de pişebiliyor. Süt-yumurta ile tuttuğunuz mayalı hamur ince açılıp dışı alüminyum folyo ile kaplanmış bitmiş kağıt havlu rulosuna sarılarak fırınlanıyor. Fırından çıkar çıkmaz, toz halindeki tarçın-şeker karışımının üzerinde yuvarlanarak dışı kaplanıyor.)
Nasıl desem, biraz “şey”ler…
Aynı yıl içinde, daha sonra Çek Cumhuriyeti’ne (şimdiki adıyla Çekya) gittik (ilk tercihimiz başkent Prag idi) ve orada aynı tatlının Trdelník adıyla yapılıp satıldığını gördük. E bu normaldi, sonuçta neredeyse komşu ülkeler arasında kültürel etkileşimler olabilirdi.
Yavaş yavaş (Çekya’daki mi desem, Çeklerdeki mi desem) sıkıntının nerede olduğuna geliyorum.
Prag anıları:
Prag Eski Kent Meydanı olarak geçen öbek öbek turist dolu olan aynı meydanda, Trdelník tezgahından bir kaç tezgah ötede, Slovakya’nın milli yemeği Halušky’nin (haluşki) de satıldığını gördük. E bu da normaldi, malum bu iki ülke, taa 1993’e kadar Çekoslovakya adıyla bir bütündü. Yani hep başka ülkelerden aşırma yemeklerle dünyanın dört bir yanından gelmiş turistlerin gözünü boyadıklarını düşünmeye falan gerek yoktu.
Etrafta daha envai çeşit yemek vardı. Basitçe sosis, patates kızartması satan tezgahlar da koca bir domuzu şişe takıp çevirdikleri “yok artık” dedirten tezgahlar da görmek mümkündü.
O kadar yemeğin arasında, biz de bir şeyler atıştırmaya karar verdik.
Ben daha önce haluşki yememiştim, tatmak istedim. (Bu yemek Slovakya’da patates, un ve koyun peyniri ile yapılırken Kırım Tatarları tarafından da Aluşke çorbası adıyla patates, un ve yoğurttan yapılıyor. Ben orjinalinin doğudaki olduğunu yani Aluşke Çorbası olduğunu ve ufak değişikliklerle Haluşki olarak batıya gittiğini düşünüyorum ama tersi olduğunu düşünen ya da bilen varsa, yorum yazabilir.)
Haluşkiyi aldık almasına da sinir olduğumuzla kaldık.
Anlatıyorum:
Haluşki satıcısı, haluşkinin fiyatını yazmıştı. Şimdi hatırlamıyorum ama diyelim ki 100 korunaydı (çek lirası). Ayrıca yanında porsiyonunun değil, 100 gramının 100 koruna olduğuna dair küçücük bir de ilave vardı. Tartı aleti de olduğuna göre, istediğimiz kadar alırız, tartı sonucunda ne kadar tutuyorsa öderiz, diye düşündük. Tabii ki bunlar saniyede gelişen düşüncelerdi. Tabağa XY ile bana yetecek kadar konduktan sonra, ben “yeter” dedim. Ama satıcı durmadı ve tabağı doldurmaya devam etti. Tekrar “yeter” dedim, “bunun porsiyonu böyle” dedi. “Tamam ama biz ilk kez yiyeceğiz, önce bir tadalım, doymazsak ya da çok seversek yine alırız” diye çırpınsak da anlatamadık. O tabak tepeleme doldu. Meğer tabelaya ne kadar 100 koruna yazsalar da 500 koruna kadar ödediğimize göre, yarım kilodan aşağı satılmıyormuş.
Bana göre tezgahın başına Haluşki 100 koruna (100 gr.) yazıp da plastik kaplarda tartılarak verilen bir yemeği 500 korunalıktan daha az satmamak, yani tezgahın önüne gelen turiste “nasıl olsa buraya yanaştı, alabildiğim kadar çok parasını alayım” gözüyle bakmak nasıl desem biraz “şey”lik değil mi? Sonuçta fazla yemek ziyan zebil oldu…
Pazarda da aynısını gördük
Aynı gün ilerleyen saatlerde pazar yeri gezerken; orman meyvesi ya da kiraz dolu (maalesef fotoğraf çekmemişiz) kocaman plastik kapların altına yine farazi bir rakam vereceğim ama 200 koruna (100 gr.) yazdıklarını da görünce, eğer canımız meyve çekerse 1000 korunadan az ödemeyeceğimizi bilerek gülümsedik.
Prag maceralarımız bununla bitmedi. Ben daha önce bu tip olaylar olduğunu okumuş olmama ve XY’yi de uyarmış olmama rağmen, ikimiz de akıl tutulması yaşayıp bir de döviz bürosu kazıklanmasına uğradık.
Olay tam olarak şöyle oldu:
Uzun bir günün sonunda tabii ki planladığımızdan daha fazla koruna harcamış olduğumuzu gördük ve euro bozdurarak koruna almak istedik, çünkü her yerde euro kabul etmiyorlar veya euro ile ödeme yaptığınızda para üstü verirken türlü oyunlar yapıyorlardı. Döviz bürosunun vitrininde 1 euronun diyelim ki 50 koruna olduğunu gördük ve 100 euro uzattık, karşılığında 5000 koruna yerine 4500 koruna ve makbuz aldık. Yanlışlık oldu diye itiraz edince döviz bürosunun komisyonunun vitrindeki tabloya dahil edilmediğini öğrendik. İşte o anda okuduklarımız aklımıza geldi. O noktadan sonra “vazgeçtik bozdurmayacağız alın 4500 korunanızı, 100 euromuzu geri verin” dediğinizde (ki dedik) geriye 90 euro alabiliyorsunuz. Çünkü kestikleri makbuzu iptal etmeyip 4500 koruna üzerinden yeni bir işlem yapıyor ve onun üzerinden de komisyon alıyorlar. Tabii ki rakamları ve komisyon oranlarını şu anda hatırlamadığım için verdiklerim gerçek rakamlar değil, sadece anlatabilmek için uydurulmuş rakamlar. Ama anladınız siz onu 😉
Giderseniz dikkat edin. Gerçi önceden ne kadar okumuş olursa olsun, insan bir noktada gafil avlanabiliyor. O noktadan sonra kendinize çok da kızmayın. (Bir de şu kötü espri için kendinize kızmayın “prag mı pırak yaa”)
Yine de…
Ama hiç mi kendilerine özgü güzellikler, ilginçlikler ya da insanın yüzünü güldürecek şeyler yok derseniz, var tabii ki… En iyisi, en renklilerinden bir kaç Prag fotoğrafı ekleyeyim de ülkeye ve insanına karşı uyandırdığım antipatiyi biraz hafifleteyim. Zaten bir tatlıdan nerelere geldik… “Tatlı bu, boru mu?” demiş miydim?
NOT: Çekya’dan geçen bir başka maceramız ve bir başka lezzet için bu yazımızı okuyabilirsiniz.