Deniz’in Ormanı
Deniz’in Ormanı, aşk, reenkarnasyon, organ bağışı ve ölümden sonra bedenin bir ağaca dönüştürülmesi gibi konuları birlik bilinci teması altında buluşturmuş bir roman.
Kitabın özgeçmiş kısmından gördüğüm kadarıyla yazar Nihan Uycan Özen, Avusturya Lisesi mezunu. Hayatının en önemli yıllarında aldığı bu eğitim sayesinde, bütün spiritüel fikirlerini Alman disipliniyle ele almış. Spiritüellik ve rasyonellik pek alışık olduğumuz bir birliktelik değil! Peki bu iki zıt kavram bir araya gelemez mi?
Deniz’in Ormanı da tam bu çatışma üzerine kurulmuş zaten. Kitabın ana kahramanı Deniz, başta ailesi olmak üzere, etrafındaki insanlara kendini anlatmaya çalışırken yazar da onunla birlikte; analitik düşünmeye alışmış, pozitif bilimlerin sunduğu kanıtlardan başkasına inanmayan batılı beyinlere, doğunun alışık olduğu tekamül yolunda fener tutuyor.
Bu kitabın nasıl yazıldığından çok ne için yazıldığı önemli diye düşünüyorum. Yazar belli ki en çok önem verdiği konu olan “Bir Olmak” hakkında oturmuş ve güzel bir kurgu yapmış. İnsanlara anlatmak, bir kişide olsun yeni ufuklar açabilmek ümidiyle ciddi bir emek vermiş. Üstelik, kitaba, ruhunu da katmış. Türkiye’de alanında belki de şimdilik tek olan koskoca bir roman ortaya çıkarmış. Başarması çok zor bir iş, saygı duyuyorum.
Deniz’in Ormanı – okuma deneyimim
Bana göre Deniz’in Ormanı okunması çok kolay bir kitap değil. Öyle boş kaldıkça eliniz bu kitaba uzanmıyor. Okumak için önce dingin bir ruh halinde olmak, bir anlamda okumaya hazır olmak gerekiyor. Fakat bu psikolojiye girip okumaya başlayınca da içinden çıkmak istemiyorsunuz. Bunlar hep frekanslar ile ilişkili. Kitaptaki fikirler; günlük hayatın koşuşturmacası içindeyken, çok düşük bir frekanstayken, anlaşılacak şeyler değil. Biraz daha yükseldiğinizde ise su gibi akıyor Deniz’in Ormanı.
Deniz’in Ormanı – fikirler
Biraz da kitapta işlenen fikirlere ben nasıl bakıyorum, ona değinmek istiyorum.
Reenkarnasyon
Reenkarnesyona inanıyordum aslında ve yıllardır, dünyaya arı ya da balina olarak tekrar gelmek istediğimi söylerdim. Ama bir süredir, ruh dediğimiz bilinci de bir enerji olarak tanımlıyor ve dünyanın geri kalanından ayrı düşünemiyorum. Yani ruh bir bedeni terk edip diğer bir bedende yeniden var olan bir şey değil bence. Çünkü tekil değil, yok olmuyor. Renkler gibi: o aslında bizim görebildiğimizden çok daha geniş bir spektrumdayken biz sadece algıladığımız kadarını deneyimliyoruz. Yani ruh, koskocaman bir enerji çorbasından bizim limbik sistemimizin algıladığı kadarı. İleride, daha gelişmiş algı sistemleri taşıyacak şekilde evrimleşirsek daha fazlasını algılayabiliriz.
Üstelik bana göre, eğer ruh diye bir şey varsa ve biz öldükten sonra başka bir bedende yeniden dünyaya geliyorsak… Neden hep dünya gezegeninde olsun ki? Belki de çok uzak bir gezegendeki bir canlı olarak da doğabiliriz. Hatta bence zaten tanımlayamadığımız hatta belki algılayamadığımız canlılar ile de “bir”iz.
Organ nakli
Organ nakli ile karakteristik özelliklerin ya da bazı anıların aktarımı mümkün mü? Bu da enteresan bir konu.
“Aşk yüzünden kalbinin ağrıdığını söyleyen doğu zihnine karşı kalbin kan pompalamaya yaradığını söyleyen batı zihni.”
Ben üniversitede biyoloji eğitimi almış bir birey olarak tıpkı Evrim Ağacı‘nda da yazdığı gibi kalbin sadece bir kas olduğunu savunurdum. Fakat bir çok kez üzüldüğümde kalbimin ağrıdığını hissetmişimdir. Doktorlar da diyor ki “kırık kalp sendromu” diye bir şey vardır, ani ve çok şiddetli üzüntü yaşayan kişilerde ortaya çıkar, ölümcül bile olabilir. Buna göre; beyin-hormonlar-kalp bir bütün olarak çalışıyor. Böylece korku-üzüntü-neşe gibi “duygu” diye tanımladığımız deneyimleri yaşıyoruz. Peki beyin ve hormonlar kalbi etkiliyorsa kalp neden onları etkilemesin?
Basit bir bypass ameliyatından sonra bile insanın huyunun suyunun değiştiğini biliyoruz. Kalp naklinde değişmez olur mu hiç?
Konuyu anlamaya yardımcı bir örnek yazmak istiyorum:
Geçmişte beyin travması yaşayan bazı insanların hiç bilmedikleri bir dilde konuşabildiği görülmüş. Gerçek sonradan anlaşılmış. Bu insanlar geçirdikleri afazi yani konuşma bozukluğu yüzünden, anlamsız kelimeler söylüyor ve değişik vurgular yapıyorlarmış. Etraflarındaki kişiler de bu sesleri yabancı bir dile benzetiyormuş.
Bypass, kalp nakli veya kalple ilgili farklı bir tedavi sonrası duygu durumunun değişebileceğinden bahsetmiştim. Bu durum, afazi örneğinde olduğu gibi dışarıdaki insanlar tarafından “bambaşka bir insana dönüştü” şeklinde yorumlanabilir. Ancak kişilerde değişen belki de sadece, vücuttaki stres hormonlarının düzeyine bağlı olarak olayları sükunetle karşılamak ya da eskisinden daha fevri davranmaktır.
Deniz’in Ormanı, kalp naklinden sonra duru görü/duru işiti tarzı fenomenler yaşanmasından da bahsediyor. Yorum yok. Deneyimlememiş olmam var olmadığı anlamına gelmez. Neler yaşadık, neler gördük. Ben Moleküler Biyoloji ve Genetik dalında eğitimimi 20 sene önce aldım. O zamanlar dünyanın çoğu, henüz spiritüalite ile tanışmamıştı. Okulda böyle bir şeyin olamayacağını çok katı bir şekilde öğrendiğim halde, DNA’da atalarımızın anılarından izler taşındığı artık bilim çevrelerince bile kabul edilmeye başlandı*.
Cansız bedeni dönüştürme
Deniz’in Ormanı, ölümden sonra bedenlerin özel işlemlerle toprağa dönüştürülerek üzerine fidan ekilmesi fikrini de işliyor. Ben bunu gereksiz buluyorum, kendi bedenime yapılmasını istemezdim. Çevreci zihniyetle diyorum ki: doğal yollarla zaten olacak bir şey için ekstra enerji harcanmasın. Öldüğümüzde moleküllerimiz dağılıyor, zaten böceklerin, ağaçların, otların bedenine gidiyoruz.
Eşkıya filminde Baran, Cumali’ye ne diyordu: “Korkma sadece toprağa gideceksin… Sonra toprak olacaksın… Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin… Oradan özüne ulaşacaksın… Çiçeğin özüne bir arı konacak… Belki… belki o arı ben olacağım.”
Yine sonsuz bir döngü içinde olduğumuzu vurgulayan ve beni derinden etkileyen bir başka sanat eseri de The Fountain filmidir. Ölüm korkumu yenmemde çok etkili olmuştu. Deniz’in Ormanı da ilk kez bu fikirler ile karşılaşanlar için aynı etkiyi gösterecektir diye tahmin ediyorum.
AŞK!
Deniz’in Ormanı aşkın karşılıklı-karşılıksız versiyonlarının irdelendiği bir roman. Yazar eril ve dişil olanın birleşmesinin birlik bilincine atılacak adımların ilki olduğunu savunuyor. Aşkın; bedenlerin birleşmesinden başka, ruhların da kavuşumu noktasında kutsiyet taşıdığını söylüyor. İnsanın, bu bir olma halini deneyimledikten sonra, dünyadaki tüm varlıkların ruhuna dokunabileceğini anlatıyor.
Yine de ben okurken kitabın kahramanları Deniz ve Nazlı arasındaki aşktan öteye geçmekte zorlandım. Bu aşkı aşıp diğer karakterler arasında da aynı bir olma halinin anlatıldığı bölümleri -kendi kapasitemle ilgili olsa gerek- içime sindiremedim. Bir de Deniz-Nazlı aşkı o kadar güzeldi ki, oradan çıkmak istemedim. Nazlı’nın Annette’nin kalbine dokunduğu sahnede ise gözyaşlarımı tutamadım.
“Gel de bir sarılayım!’ derken yakışıklı gülümsemesi Deniz’in yüzünde bir ışık gibi parlayıverdi. Öyle bir ışık ki bir anlığına Nazlı’yı kör etti, düşünemez hale getirdi. Hızla kendini toparladıktan sonra Nazlı da aynı sıcaklıkla karşılık vermeye karar verdi, günlerin özlemini bir candan kucaklama içinde dindirmek, unutmayacağı anılarına bir tane daha eklemek istedi. Nazlı’ ya özgü bir davranıştı, bir anının unutulmaz olacağına karar vermek ve onu
Deniz’in Ormanı – s.145-6
doya doya yaşamak… Hissetmişti yine, unutulmaz bir anı olacaktı, her saniyesinin tadını çıkartıp tüm hücreleriyle sarılmalıydı Deniz’e. Öyle de yaptı. Sımsıkı, safça bir sevgiyle sarılmış ayakta dikilen Deniz’le Nazlı bir anlığına da olsa bildikleri tüm sevgilerin üstünde bir sevme haliyle sarmalandılar. Etraflarındaki her şey dondu, gönüllü bir eylemsizliği seçmelerine rağmen zamanın içinde tek hareket edebilen canlılar onlar oldu sanki. İkisi de derin derin nefes aldı, birbirlerinin kalp atışlarını kendi kulaklarında duydular. “Allah’ım, yaşamak ne güzel şey” derken Nazlı içinden, “Nazlı için şükürler olsun Tanrı’m” diyordu Deniz de. Nazlı’nın saçlarından ve tüm teninden yayılan o ferah koku Deniz’i rahatlatıyor, bildik bir sıcaklığın içinde kaybolmasına yardımcı oluyordu. Nazlı’nın telefonu ısrarla çalmasa daha uzun süre bu şekilde vakitten habersiz kalabilirlerdi.
Son olarak, ben diyorum ki:
Bu ilginç konular hakkında farklı bir bakış açısı sunan kitabı alın, okuyun. Sizi sürüklediği düşüncelere dalın. Ruhunuzun dünyaya daha yüksek bir yerden baktığını hissedin. Sonra da o huzurla güzel bir uyku çekin. Gördüğünüz rüyaları not etmeyi de unutmayın.
Yoksa Deniz’in Ormanı‘nı çoktan okudunuz mu? Peki nasıl buldunuz? Kitaptan bağımsız olarak, bütün bu konular hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Reenkarnasyon, organ bağışı, ölümden sonrası ya da aşk hakkındaki fikirlerinizi yorumlardan bize yazar mısınız?
Deniz’in Ormanı kitabının yazarı Nihan Uycan Özen hakkında:
Kitabın yazarı sevgili Nihan Uycan Özen’i kurucusu olduğu KöprüProject adlı oluşumdan tanıyorum. Blog bölümüne benim de seve seve yazılar eklediğim bu oluşum kendini şöyle tanımlıyor: “Dünyamıza ve insanlığa fayda yaratmak için çalışan kişi, grup ve kuruluşları bir araya getirmek ve sosyal fayda üretecek etkinlik alanlarını genişletmek için yola çıkmış bir topluluk.” Yazarın birlik bilinci ve bu birliğe katkısı bu projede de kendini gösteriyor. Belki siz de incelemek/katılmak istersiniz 😉
Ayrıca Deniz’in Ormanı’nın roman olmadan önce senaryo halinde yazıldığını biliyorum. Bu dokunaklı hikâyeyi bir film ya da dizide izlemek çok güzel olurdu eminim. En kısa sürede bu projenin de gerçekleşmesini dilerim.
Sitemizdeki tüm kitap yorumları burada…
*Okuma yapmak isterseniz, Seninle Başlamadı adlı kitabı önerebilirim. Türkiye’de çekilen bir diziye de konu olmuştu.